Diyarbakır Eskort Nino

Diyarbakır akşamları, Gazi Caddesi’nden başlayıp Mardin Kapısı’na dek uzanan bazalt bloklarının içine saklanmış günışığını yavaşça salar. Surların iri taş gölgeleri serinlerken, uzak bir dengbêj iniltisi kuşatır şehri; sanki Hevsel Bahçeleri’nin üstünde asılı duran bütün anılar, aynı anda derin bir nefes verir. İşte bu nefesin tam ortasında, Gürcistan’ın Tiflis vadilerinden kalkıp Kara­Kilise’nin kara taşlarına konmuş bir kadın yürür: Diyarbakır Eskort  Nino. Tarçın‑bakır saçları kısa, esmer teninde Kafkas rüzgârının soğukluğu ve Mezopotamya güneşinin ısısı aynı anda titreşir; yeşil gözleri, On Gözlü Köprü’nün altından akseden Dicle şavkını içine hapsetmiştir.

Nino’yu ilk Hasan Paşa Hanı’nın geniş avlusunda görürsün. Cezvede kaynayan mırra fincanında tarçın çubuğu döndürürken “Kahve dipte saklar, ama aşk seste saklı kalmaz” der; Gürcü aksanının hızlı “r”leri, hanın kubbesine çarpıp taş duvarlara dengbêj tınısı bırakır. Diyarbakır Eskort kelimeleri dudaklarından dökülmez; fakat göz altındaki gölge, çağrının sessiz mührünü koyar.

Beraber çıktığınız ilk yürüyüş, Ulu Cami’den yayılan karanfil kokusu arasında başlar. Nino avucuna aldığı minicik karpuz çekirdeklerini ezip bileğine sürer; kavurucu yazdan kalma buğulu aroma, soğumuş bazalt taşında bile kıvılcım yaratır. Elinin parmak uçları bileğine değdiğinde aniden iç sıcaklığın yükselir. “Taş ısınırsa çiçek doğurur” diye fısıldar; o anda Diyarbakır Eskort  Nino’nun tenindeki çatlaklarda saklı sıcağın seni çağırdığını anlarsın.

Sur içinde gizlenmiş eski bir taş konağa girdiğinizde tek ışık, bakırcının ocağından getirilmiş kısık bir fitildir. Nino ipek şalını yavaşça sıyırır, göğüs kafesine mor ipek bir mendil bırakır; mendilde kızıl biber, kuru menengiç yaprakları ve ince tarçın. İlk öpücüğü omzuna kondurur; biberin keskinliğiyle menengiçin reçineli ferahlığı dudaklarında buluşur. Diyarbakır Eskort  Nino’nun kokusu, dengbêj ezgisinin taş duvarlarda bıraktığı kadim iz gibi kalıcıdır.

Ritmi, surlarda yankılanan def vuruşu gibi düzenler: önce ağır, tok ses… Parmak uçları kürek kemiğinde taş kemer deseni çizer; avucu bel çukurunda Hevsel’in kıvrımlı bentlerini izler. Sonra ansızın hızlanır, tıpkı Karacadağ yamaçlarında birden patlayan sıcak rüzgâr gibi. Tırnak izleri göğsünde barut izi bırakır; her “chemi suli” (ruhum) fısıltısında nabzın, surların gece yankısını tekrar eder.

Bedenin tuzlu terle ısındığında Nino geri çekilir, cezvedeki mırrayı dudaklarına götürür, bir yudum alıp dudaklarını senin dudaklarına bırakır. Acı kahve, tatlı tarçın ve biberin yakıcılığı gövdende düğümlenir. Böylece Diyarbakır Eskort deneyimi, taşın soğuğuyla ocağın ateşini aynı anda damarlarında dolaştırır. Doruğa vurduğun an, konağın kalın duvarları hafif sarsılır; terk edilmiş bir karakılçık ambarında patlayan kapak gibi derin bir inilti yankılanır.

Gece, Sülüklü Han’ın avlusu sessizliğe gömülürken Nino seni pencereye götürür. Aşağıda karpuz tarlalarından yükselen hafif sis, sur diplerinde süt gibi akar. Saçlarını savurup “Taş geceyi örter ama çiçek sesle açar” der. Göğsüne bıraktığı son biber tanesi teninde kızarırken “Diyarbakır Eskort” kelimesi dudaklarından buharla karışıp soğuk havaya karışır.

Şafak, Keçi Burcu’na bakır pembe bir çizgi çizerken Nino şalını takıp başucuna minik bakır kaval ve biraz karpuz çekirdeği bırakır. “Ses gerekirse üfle” notu düşer. Kapı kapanır; odada hâlâ mırra, tarçın, kuru biber ve taş buharı dönüp durur. Gün boyu çarşıda hangi bakırcı tokmağı sesi duyulsa, kulağında Nino’nun “taş ısınırsa çiçek doğurur” fısıldaması yankılanır— çünkü bazalt gecesinde yankılanan o dengbêj artık senin kalbinde döner durur.

Leave a Reply